SERDAR LEBLEBİCİ’NİN RESİMLERİ

Serdar Leblebici’nin (SL) İzmir’in merkezindeki atölyesi onun için sadece bir atölye değil aynı zamanda bir barınak ve tapınak haline gelmiş. O, bu mekanda yaratmış olduğu tamamen kendine has dünyasında sanatını derinden soluyarak yaşıyor.

SL’nin namlı “Gövdeler Dizisi” ‘nden birkaçını algılamam mümkün oldu; bu resimlerde gök, yer, ve deniz bir bütün haline getirilmiş; soyut ile somut, bu gerilimli ortamda, çeşitli sentezlerle görüntüleniyor. Zaman açısından “di’li” ve “miş’li” geçmişi, geniş ve şimdiki demleri ve geleceği bir arada yaşamamız temin edilmiş; zaman, hem durağan hem de akıyor. Ağaç gövdeleri sanki “El Greco” zerafetiyle boy gösteriyor; genelde “siluet” halinde görüntülenmeleri onları daha gizemli kılmış. Yapraklar, çiçekler ve meyveler “gidici” oldukları halde, kökler ve gövdeler kalıcıdır; işte bu resimlerdeki gövdelerde bu gücü hissedeceksiniz. Bu gövdeler, sanki yerle gök arasında bir bağlantı oluşturuyor, ve tüm mevsimleri de aynı samanda ama değişik mekanlarda yaşıyorlar. Onlar arasında bazen bir insan gövdesinin de yine siluet halinde yer aldığına ve onlarla kıyaslandığına tanık olunuyor. Çok eski zamanlardan kalma tapınak, konak ve köprü kalıntıları, onurlu hayaletler gibi, resimlerin derinlerinden varlıklarını fısıldıyorlar.
Resimlerin ortak motifi, tüm zamanlarda yaşanmış hayal ve hakikatleri gizemli görüntülerle yansıtan bu mekanlarda salınarak ya da hızla ama umursamadan dolaşan, en kuytu yerlere bile girip çıkan, her mevsimde ve her derinlikte yaşayan “balık”. Bu balık, bir “evren gezgini”, ve bence bu balık, özenle yaratmış ve yaratmakta olduğu bu evreni uçsuz bucaksız bir mesken edinmiş olan sanatçı SL’nin ta kendisi. Balığın gözleri, sadece bir “optik alet” olmaktan çıkmış, ve en küçük detayları bile yeteri kadar yanlışsız ve eksiksiz tarif edebilen bir beynin parıldayan bir uzantısı ve nazarı haline gelmiş; bu gözlerden herhangibir güzelliğin kaçacağını sanmıyorum. Edebi anlatımda, her yerde ve her zaman var olan, soyut ve somut her şeyi gören, bilen, ve anlatan o “daimi sesi (omniscient voice)” bir eşi bu balık; ve onun gözleri, imaj evrenini tarayan, seçen, ve özenle gören ve görüntüleyen “daimi nazar” sanki. 
SL’nin çok sağlam bir tekniği var; boyayı, ustalığın pekiştirdiği bir cesaret ve maharetle kullanıyor; kahverengi ve tonlarından kaçınmıyor. Spatula ve boya-bıçakları, onun elinde sınırlarını genişletiyorlar.
SL’nin yarattığı iki dehşet verici portreyi inceledim. Bu görüntüler karşısında ürpermemek mümkün değil; ilk şokun etkisi belleğinize kazınıyor. Bu portreler, bazı insanların yaşamış ya da yaşamakta olduğu zihinsel ve ruhsal travmanın, azabın, ve hatta işkence, kabus, ve dehşetin benzeri olmayan görüntüleri. Sanat tarihinde bu janrda uluslar arası müzelerde yer almaya layık görülmüş eserler arasında büyük Fransız ressamı T.Géricault’un ve Norveçli E.Munch’un (Çığlık) resimlerini anımsadım; ve, SL’nin bu iki eserinin daha da dehşet verici ve düşündürücü olduğu sonucuna vardım. Özellikle, Géricault’un, kendisi tımarhanedeyken yaratmış olduğu “delilik” portreleri “Louvre Müzesi’nde” yer almaya layık görülmüşse, SL’nin bu portrelerinin değeri daha iyi anlaşılıyor. Fizyonominin ızdırabı, salgın bir rahatsızlık gibi, fonlara da işlemiş ve onların ana görüntülerle kaynaşmasına neden olmuş, ve böylelikle, bu portreler hummalı birer çılgınlık tablosuna dönüşmüş; bakanı mıhlıyorlar.
Yerli, yabancı tüm galerici, koleksiyoncu, ve sanatseverleri, SL’nin resimlerini algılamaya davet ediyorum; kendinizi ödüllenmiş hissedeceksiniz.

Sezer AYKAN

MAC, MVAM
(MAC : Master of Arts Criticism, MVAM: Master of Visual Arts Management)
Ekim-Octobre 5, 2006